26 Mart 2010 Cuma

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü

Evet, yarın 27 mart... Dünya Tiyatrolar Günü.. Tüm tiyatrocular ve tiyatroseverlerin bayramı olan bu günde yine birçok tiyatro oyunlarını tiyatroseverler için ücretsiz olarak sahneliyor. Eğer çok önemli bir işiniz yoksa ve uzun zamandır gitmeyi istediğiniz bir oyun varsa kesinlikle değerlendirilmesi gereken bir akşam 27 Mart akşamı. Ben şimdiden tüm sanat camiasının ve tiyatroseverlerin bu gününü kutluyorum. Aşağıda gördüğünüz yazılardan ilki ULUSLARARASI TİYATRO ENSTİTÜSÜ'nün her yıl geleneksel olarak yayınladığı 27 mart mesajı, bu sene ünlü tiyatrocu Dame Judi Dench kaleme almış. Onun altında okuyacağınız yazı ise bu sene Ayşe Emel Mesci tarafından kaleme alınan "Dünya Tiyatrolar Günü Ulusal Bildirisi" ... Hepinize İyi okumalar ve bol tiyatrolu günler :)



ULUSLARASI TİYATRO ENSTİTÜSÜ 27 MART DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ MESAJI

Dünya Tiyatro Günü tiyatroyu sayısız tiyatral biçimle kutlamak için bir fırsattır. Tiyatro bir eğlence ve ilham kaynağıdır. Dünyanın dört bir yanında var olan değişik kültürleri ve insanları birleştirebilecek gücü vardır. Fakat tiyatro bundan çok daha fazlasıdır, aynı zamanda eğitme ve bilgilendirme olanağı sağlar.
Dünyanın her yer yerinde tiyatro yapılır ve bu her zaman geleneksel bir tiyatro sahnesinde olmaz. Gösteriler Afrika’daki küçük bir köyde, Ermenistan’daki bir dağın yakınlarında, Pasifik’teki küçücük bir adada yapılabilir. Bütün gereken boş bir alan ve seyircidir. Tiyatro bizi güldürebilecek ve ağlatabilecek güce sahiptir; fakat aynı zamanda bizi düşündürmeli ve düşüncelerimizi dile getirmemize olanak sağlamalıdır.
Tiyatro bir ekip çalışmasıyla var olur. Oyuncular göz önündeki insanlardır, fakat tiyatroda görünmeyen şaşılacak sayıda insan vardır. Onlar da oyuncular kadar önemlidir, farklı ve uzmanlık gerektiren yetenekleri sahnelemenin gerçekleştirilmesine olanak tanır. Gerçekleşmesi beklenen tüm utku ve başarıları onlar da paylaşmalıdır.
27 Mart çoktan beri resmi Dünya Tiyatro Günü’dür. Seyircilerimiz olmaksızın biz de var olamayız. Onları eğlendirme, eğitme ve aydınlatma geleneğini sürdürme sorumluluğumuzdan ötürü her gün çeşitli biçimlerde bir tiyatro günü olarak görülmelidir.




Bildiriyi kaleme alan: Dame Judi Dench


Çeviren: Bilgesu Ataman


Dame Judi Dench kısa özgeçmiş: Dame Judi Dench (9 Aralık 1934) Oscar, Altın Küre ve Tony Ödülü sahibi, üç kez BAFTA altı kez Laurence Olivier Ödülü kazanmış İngiliz aktris. Profesyonel olarak oyunculuğa 1957 yılında Old Vic Tiyatrosu’nda başladı. İlerleyen yıllarda William Shakespeare’in oyunlarında, Hamlet’te Ophelia, Romeo ve Juliet’te Juliet ve Macbeth’te Lady Macbeth rollerinde yer aldı.


DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ULUSAL BİLDİRİSİ

Önce kaos vardı. Kozmos kaostan doğdu. İlk patlama, ilk yıldız, ilk galaksi, evrene dağılan yıldız tozları, elementler, hayat…

Uçsuz bucaksız uzayın boşluğunda orta boy bir yıldız, ateşten bir küre… Biraz uzağında masmavi bir top. Ama bir yüzü hep karanlıkta. O karanlığın içinde bir yerlerde, sönük, titrek bir ışık. Bir mağarada yakılmış bir ateş. Dans eden alevlerin çevresinde toplanmış bir insan topluluğu. Duvara düşen ve bir uzayıp bir kısalan gölgelerin arasında ertesi günkü geyik avını canlandıran, hem geyiği hem onu kovalayanları oynayan tecrübeli bir avcı.

Yeraltını yeryüzüne bağlayan mağara, gökkubbede yıldızlar, ortada bir ateş ve hem avcı hem oyuncu insan. İlk ritüel, ilk müzik, ilk dans, ilk resim, ilk mitos…

Evrende karanlık olağan, ışık istisnadır. Tiyatro karanlığa düşürülen bir ışıktır insan eliyle.

Evrende değişmeyen tek şey değişimin kendisi ve birbirlerini karşılıklı var eden kaos ile kozmos, karanlık ile ışık arasındaki sonu gelmez köşe kapmacadır.

Kökleri ritüellerle mitosların buluştuğu alana uzanan tiyatro değişimin hem tanığı hem belleğidir. Çağa ve insana tanıklık, vazgeçilmez bir toplumsal işlev ve ihtiyaç olduğu gibi, insanlık serüvenini tüm renkliliği, çeşitliliği içinde kucaklayan, sahiplenen yüzüdür tiyatronun. Bellek çabasının bir yanında, kimliği oluşturan, “bizi biz yapan” kökleri unutmama kaygısı vardır. Diğer yanda ise, ummanda bir su damlası misali, birey olarak var olan insanın her şeyi tüketen zamana karşı direnişi… Hatırlamak, dünyaya ve kendi yaşamına anlam yükleme, anlam katma sürecinin en önemli köşetaşıdır.

Her gelen günün bir öncekini, her yeni haberin eskisini kovaladığı, anlam aramanın değil anlamdan kaçmanın öne çıktığı günümüz dünyasında tiyatronun en vazgeçilmez işlevlerinden biri anlamlandırmaktır. “Ne içindeyim zamanın / ne de büsbütün dışında / yekpare geniş bir ânın / parçalanmaz akışında” diyebilmektir.

Bin yıllar boyunca sayısız uygarlığa ve kültüre, onların oluşturduğu sentezlere ev sahipliği yapan Anadolu, güneşin doğduğu yer, ortak insanlık mirasının en önemli sahnelerinden biridir. Hayat-ölüm-yeniden doğum döngüsünde şekillenmiş mitosların ve ritüellerin vatanıdır Anadolu. Destanlar ve efsaneler diyarıdır. “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket” öyle bir kültür ve sanat potasıdır ki, her karış toprağında insana ve âleme dair söylenmiş bir söz, yazılmış bir dize, bir replik, mermere dökülmüş bir gözyaşı, minyatürlere, ikonalara sığdırılmış bir ışık zerreciği gizlidir mutlaka.

Anadolu’da yaşayıp dünyayı sadece kendinden ibaret sanmak, bu topraklardaki zenginliği, çeşitliliği, yaşanmış sentezleri görmemek… Veya tam aksine, kültürlerarası bir potaya dökülmenin tek yolunun kendi köklerini, kimliğini, birikimlerini umursamamaktan geçtiğini düşünmek… Bu yaklaşımlar aynı anlam yitimi, aynı belleksizleşme sürecinin iki yüzüdür aslında.

Oysa, tiyatro hatırlayarak tanıklık etmektir.

Bilimin ve iletişimin vardığı noktadan, değişimin içinden evrene, dünyaya, insana bakarken, onunla gülüp onunla ağlarken, kozmosun katlarını ritüeliyle birbirine bağlayan şaman gibi kendi köklerini güne ve geleceğe taşıyabilmektir.

Tiyatronun söyleyecek sözü vardır halden bilene, bu söz onun bin yıllardır süregelen gücüdür. Sözünden, anlamından, anlamlandırma işlevinden vazgeçmek ölümdür tiyatro için. Dünyayı kaplayan görüntü selleri içinde kendini ve köklerini hatırlayarak var olmak, piyasa kurallarına değil kendi altın zincirinin halkalarına sadık kalmak, değişimin içinde yer alırken kendine ve her şeye dışarıdan bakabilme yeteneğini korumak, o yekpare geniş ânın parçalanmaz akışını duyumsamak…

Uçsuz bucaksız uzayın sonsuzluğu içinde narin, minik, mavi bir nokta. Bir yüzü karanlıkta. O karanlığın içinde bir yerlerde ışıklar yanıyor birden. Ve perde…


Ayşe Emel Mesci

25 Mart 2010 Perşembe

Günün Fotoğrafı


Son yıllarda yapılmış en doğru ve başarılı tespit... Kesinlikle...

23 Mart 2010 Salı

Canaydın (1943 - 2010)




Evet, 6 yıllık başkanlığı döneminde bize çok saç baş yoldurttu, devraldığı sırada Avrupa Şampiyonluğuna koşan, 50 milyon dolar civarında borcu olan bir kulübü, ligde 6. olacak kadar geriletti, borcu 200 milyon dolara kadar çıkardı. Evet, başarısızdı, bu işlerden anlamadığı kesindi; açıkçası başkanlığı döneminde ben de kendisine çok söylenmiştim, ama yine de hepimiz - onu sevmesek bile - efendiliğine, fair play ruhuna saygı duyduk. Herkesin ortak fikri en azından uğruna kanser olduğu ama sonunda başardığı Seyrantepe Stadı'nda bir maç izlemeyi haketmişti, ama ona da o kanser denen meret izin vermedi. Sanırım Galatasaray Kulübü de vefat ilanında stattaki bir resmini kullanarak stat konusundaki emeklerini anlatmak istemişti.

Huzur içinde yat Özhan Başkan. Hepimiz "Galatasaray için ölürüz" diyorduk ama bunu tek yapabilen sen oldun.

20 Mart 2010 Cumartesi

Aritmetik iyi kuşlar Pekiyi : Haftasonundan Kalanlar...

Arada bir sınavı, YGS'yi LYS'yi filan boşverip, dershanede sabahçı olmanın nimetlerinden faydalanıp öğleden sonra gezmek, kafayı dağıtmak, stres atmak... gerçekten özlemişim.... Bugün dershaneden çıkınca önce Taksim'e gittim ve ne zamandır gezmek istediğim "Only A Game ?" adlı, UEFA ve TFF tarafından ortak düzenlenen sergiyi dolaştım."UEFA kurulduktan birkaç sene sonra UEFA'yı kuran aynı ülkelerin Avrupa Birliği'nin temellerini atması tesadüf mü? Avrupa medeniyeti gelişmesini ve bütünleşmesini futbola borçlu" temasıyla hazırlanan sergide Son Kupa Galipleri Kupası, Avrupa Futbol Şampiyonası Kupası, efsane futbolcular ve formaları, efsane maçlar, efsane taraftarlar ve marşları (ve tabii ki favorim You'll Never Walk Alone)... bulunuyor. Her futbolseverin mutlaka gezmesi gereken serginin giriş ücreti ise sadece 2.5 TL...

Oradan çıktıktan sonra İstiklal Caddesi'nin kalabalığında kendimi kaybederek dükkan dükkan dolaştım, Film Festivali kitapçığı aldım ve YGS'ye girmeme fikri bir kere daha nüksetti, bu fikrin panzehiri ise Koska'dan alınan bir bardak sıcak helva oldu. Tabii ki öncesinde yenen Kızılkayalar'dan 3 ıslak hamburgeri de unutmamak gerek... Kırmızı etin ve tatlının insanın stresini aldığını söylerlerdi de bu kadar olduğunu bilmezdim :)

Günün sürprizini yapan ise Yapı Kredi Yayınları oldu. Sadece son çıkan kitaplara bakmak için girdiğim yayınevinde "Ayın Yazarı : Cemal Süreya - Tüm kitapları % 25 indirimli" afişini görünce dayanamadım ve elimde olmayan 2 Cemal Süreya kitabını daha aldım. Elimde olmayan Cemal Süreya kitapları olarak ise "Şapkam Dolu Çiçekle" , "Günübirlik" ve çocuklar için yazdığı "Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi" kitapları kaldı(Hani doğumgünüm de yaklaşıyor diye dedim :)). "Bilsem yanıma biraz daha para alırdım" diye pişman olmadım değil. Yine de şu an elimde yaz için okunmaya hazır 2 Cemal Süreya kitabı olması bile muhteşem bir şey...

Sonrasında ise Karaköy'den güzel bir vapur yolculuğu, bütün stresten yorgunluktan arınmış bir şekilde eve geliş ve yol yorgunluğunun atılmasına yardım eden bir bira... Bundan daha güzel bir gün olamazdı. Her ne kadar yarın erken kalkmak zorunda olsam da...

NOT : Bu yazı uykulu ve hafif alkollü bir halde yazıldığından hiçbir anlatım bozukluğu ve cümle yanlışlığının sorumluluğu kabul edilmemektedir. Eğer daha sonra yazarın eli değerse onları düzeltmeyi taahhüt eder.

NOT 2 : Bob Dylan İstanbul Konseri'nin 31 Mayıs 2010'da olacağı kesinleşmiş, sınava yakın gidip eğlenmekte bir sakınca olmadığına göre eğer konsere gitmek isteyen varsa benimle irtibata geçsin zira ben o akşam orada olacağım :)

NOT 3 : Bu not da Blogda ona selam söylememi isteyen Cem Aslan'a gelsin... O da benim gibi Pazar tatili olmayanlardan... Biralar için özellikle teşekkürler :)

19 Mart 2010 Cuma

Haftanın Şiiri : Kan Var Bütün Kelimelerin Altında

Dostum Atamert'e...
Kan Var Bütün Kelimelerin Altında


Posta arabalarından söz et bana
Kan var bütün kelimelerin altında
Ezop'un şu lanetli dilinden söz et
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık birgün olabilir bugün
Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara
Bir çay şöyle yağmurların kokusunda
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte durup dururken surda
Bir yelpaze gibi açıldı sesin
Güzün en gürültülü kanadında
Göğün en ince dalında
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Bir çeşme gibi akabilir cumartesi
Çığlığındaki sessiz harfler
Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında
Ne güzel konuşur sokak satıcıları
Fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar
Ve çiçekçi kızların göğüsleri
Daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından
Kan var bütün kelimelerin altında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini
Sürekli işbaşındadır belleğin
Tanık şairler arasında
Oyuncu arkadaşlar arasında

Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde

Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde

Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde

Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte o kandır senin gülüşün
Sızmıştır hayatın derinlerine
Siyahtır orda kırmızıdır
Daldan dala atlar
Sever çocuklara anlatılan masalları
Ama iş savunmaya gelince
Yalnız alevi savurur
Ve güneşin solmaz çekirdeğini
Yalnız doruklarda

Umulmadık bir gün olabilir bugün
Kan var bütün kelimelerin altında

Cemal Süreya

17 Mart 2010 Çarşamba

1974 Hollanda Rüyası

Blogda futbolla ilgili yazmamaya özen gösteriyorum fakat futbolun da hayatın bir parçası olduğunu düşünürsek ara sıra değinmekte de bir sakınca olmadığını düşünüyorum. 2 ay önce fourfourtwo dergisinde 1974 Dünya Kupası'nın efsane Hollanda Milli Takımı ile ilgili nefis bir yazı kaleme alan Ali Ece (ki kesinlikle en severek takip ettiğim futbol yazarlarından biridir) bugün gördüğüm kadarıyla bu yazısını aynen kendi blogunda da yayınlamış. Bütün yazıyı buraya almam mümkün değil ama ister futbolsever olun ister futbolu takip bile etmeyin aşağıda linkini verdiğim bu yazıyı mutlaka okuyun, okuyun ki neden "futbol hayata benzer" demişler, insan futbol izleyerek hayatla ilgili nasıl çıkarımlar yapabilir, bir futbol maçı insanın hayata bakışını nasıl değiştirebilir ve Johann Cruyff neden bu kadar efsane bir futbolcu görün. Şimdiden iyi okumalar :)

http://aliece.blogspot.com/2010/03/tum-dunyanin-sampiyonu-hollanda-1974.html

15 Mart 2010 Pazartesi

Maarif Kolejleri

Aşağıda isimlerini okuduğunuz eserlerin ortak özelliği 1960-70 li yıllarda Maarif Kolejlerinde ingilizce derslerinde okutulmuş olmaları. Okutulan kitaplara bakarsak bu okullarda nasıl kültürlü ve aydın gençler yetiştirildiğini, Türkiye'nin bu kolejleri Anadolu Lisesine çevirerek neler kaybettiğini anlayabiliriz. Bir de Maarif Koleji geleneğinden gelen 7 Anadolu Lisesi'nden biri olan Kadıköy Anadolu Lisesi'nde hala bu kitaplardan bazılarının okutulduğuna bakarsak Maarif geleneği her ne kadar yok olsa da yine de bu geleneğe en çok sahip çıkmaya çalışan okullardan birinin de (okulum diye demiyorum) Kadıköy Anadolu Lisesi olduğunu görebiliriz. Bu da tarihe ufak bir not olsun.

Oyunlar:

Lady Windermere's Fan - Oscar Wilde
Macbeth Shakespeare - (1960)
Julius Ceaser Shakespeare - (1961)
Arsenic and Old Lace - Joseph Kesselring (1971-1972)
A Woman of No Importance - Oscar Wilde (1971-1972)
Inherit the Wind (Rüzgarın Mirası)- Jerome Lawrence ve Robert E. Lee (1972-1973)
Death of a Salesman (Satıcının Ölümü) - Arthur Miller (1973-1974)
Our Town - Thornton Wilder
The Matchmaker (Çöpçatan) - Thornton Wilder (1971-1972)
The Glass Menagerie (Sırça Kümes)- Tennessee Williams (1973-1974)

Romanlar:

A Tale of Two Cities (İki Şehrin Hikayesi) Charles Dickens (1959-1960)
Grapes of Wrath (Gazap Üzümleri) - John Steinbeck (1962)
The Lives of Twelve Ceasers - 1961
Animal Farm (Hayvan Çiftliği) - George Orwell (1970-1971)
Lord of the Flies (Sineklerin Tanrısı) - William Golding (1972-1973)
Brave New World (Cesur Yeni Dünya) - Aldous Huxley
The Catcher in the Rye (Çavdar Tarlasında Çocuklar) - J. D. Salinger
To Kill a Mockingbird (Bülbülü Öldürmek) - Harper Lee (1973-1974)

9 Mart 2010 Salı

29. Uluslararası İstanbul Film Festivali

Evet, sinemaseverlerin dört gözle beklediği İstanbul Film Festivali'nin programı bugün belli oldu. Festival bu sene 3-18 nisan tarihleri arasında gerçekleşecek - bu da YGS nedeniyle bu sene festivale katılamayacağımı gösteriyor. Festival ve programla ilgili daha sonra daha uzun bir inceleme yazısı yazarım fakat programa göz attığım kadarıyla dikkatimi çeken birkaç şeye değinmek istiyorum: Öncelikle bu sene Emek Sineması'nın - maalesef - kapanmasıyla onun yerini Sinepop Sineması'nın aldığını görüyoruz. Daha önce Sinepop'ta hiç film izlemediğim için bu konuda yorum yapamayacağım ancak Emek Sineması'nın kendine has havasını özleyeceğimiz ve arayacağımız kesin. Filmlere gelecek olursak, programa şöyle bir göz attım ve açıkçası YGS'ye girmemek fikri bile bir an için aklımdan geçmedi desem yalan olur. Filmler genel olarak şu başlıklarda kategorilenmiş:


AÇILIŞ FİLMİ
ULUSLARARASI YARIŞMA
Uluslararası Yarışma Yarışma Dışı
SİNEMADA İNSAN HAKLARI YARIŞMASI
TÜRK SİNEMASI 2009-2010
Ulusal Yarışma Yarışma Dışı Özel Gösterim
Yeni Türk Sineması
Belgeseller
SİNEMA ONUR ÖDÜLLERİ
ÖZEL GÖSTERİM: TÜRK KLASİKLERİ YENİDEN
AKBANK GALALARI
DÜNYA FESTİVALLERİNDEN
YILLARA MEYDAN OKUYANLAR
GENÇ USTALAR
ANTİDEPRESAN
NTV BELGESEL KUŞAĞI
MAYINLI BÖLGE
LG İLE GECEYARISI ÇILGINLIĞI
CANLANDIRMA SİNEMASI: ESTONYA
ÇOCUK MÖNÜSÜ
İYİ BİR BAŞLANGIÇ: 30 YILIN EN İYİ İLK FİLMLERİ
İSTANBUL: İÇERİDEN VE DIŞARIDAN
BÜYÜLEYİCİ İSYANCILAR: ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA'DAN BAĞIMSIZ SİNEMACILAR SEÇKİSİ
ŞAİR, VAKANÜVİS VE İSYANCI: ELIA SULEIMAN
JOSEPH LOSEY: SINIF VE GÜÇ
ANILARINA
KAPANIŞ FİLMİ

Film programına ise şu linkten ulaşılabilir: http://www.iksv.org/film/cizelge2010.asp

Biletler ise 20 mart tarihinde satışa çıkıyor. Hepinize şimdiden iyi seyirler :)

7 Mart 2010 Pazar

Haftanın Şiiri : Eşdeğeriyle Yan

EŞDEĞERİYLE YAN


Eşdeğeriyle yan yana yürürken
Cehennem sokağında birey olmak,
Ve en inceldikten sonra
İlkel sözcüklerle konuşmak seninle.


Saat beş nalburları pencerelerden
Madeni paralar gösteriyorlar,
Yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık,
Bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.


Hiç bir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.


Cemal Süreya

5 Mart 2010 Cuma

gençliğim eyvah :)


Biz eğer bugün ruh hali bozuk gençler olmuşsak bunun baş sorumluları şu gördüğünüz kitaplar ve onların yazarlarıdır.

Yaşa Büyük Usta !

Bize ailenin, aile onurunun, sevginin ne olduğunu, ailenin şerefini korumak için neler yapılabileceğini çok küçük yaşta öğreten, yine mahmut hoca rolüyle hem otoriter hem de herkesin saygı duyduğu idealist bir öğretmen nasıl olur gösteren, tiyatro ve sinemamızın en büyük isimlerinden, mahmut hocamız, turşucu kazım ustamız, yaşar ustamız, ikinci babamız Münir Özkul Kültür Bakanı Ertuğrul Günay tarafından hastanede ziyaret edilirken, aylar sonra ilk defa görüntüleri medyada yer aldı. Sen ne olursa olsun aklımızda hep filmlerindeki gibi şefkatli baba görüntünle kalacaksın. Çok yaşa büyük usta !




"bak beyim, sana iki çift lafım var. koskoca adamsın. paran var, pulun var, herseyin var. binlerce kişi calışıyor emrinde. yakışır mı sana ekmekle oynamak! yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu, karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak! ama nasıl yakışmasın! sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören. anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor. ama ben boşuna konuşuyorum. sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi öğretmeye çalışıyorum. hıh, sen, büyük patron, milyarder, fabrikalar sahibi saim bey! sen mi büyüksün! hayır, ben büyüğüm! ben, yaşar usta! sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! gözümde pul kadar bile değerin yok. ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın. yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. bizler birbirimizi seviyoruz. biz bir aileyiz. biz güzel bir aileyiz. bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun! dokunma artık aileme! dokunma çocuklarıma! dokunma oğluma! dokunma gelinime! eğer onların kılına zarar gelirse, ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, yaşar usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni! anlıyor musun, vururum ve dönüp arkama bakmam bile"

(Bizim Aile - 1975)