22 Aralık 2011 Perşembe

1915

      Geçmişle yüzleşmek ve hesaplaşmak, özellikle geçmişi karanlık olan toplumlar için her zaman zordur ve Türkiye'nin 1938 Dersim olaylarıyla başlayan tarihle hesaplaşma süreci yetersiz de olsa olumludur. Yeterli olabilmesi için hesaplaşmaya 1915'ten başlamak gerekmektedir.

Çünkü  "Bir hikaye anlatmamız gerekiyorsa eğer, 1915'ten başlamamız lazım."

1915'le yüzleşmekten kaçtığımız sürece daha nice 24 Nisan'da ABD Başkanı'nın iki dudağının arasına bakılır, Fransız malları boykot edilerek "milli gurur" kurtarılmaya çalışılır.





"Tabii ki atalarımın başına gelenleri biliyorum. Buna kimileri "Katliam", kimileri "Soykırım", kimileri "Tehcir", kimileri de "Trajedi" diyor. Atalarım Anadolu diliyle "Kıyım" derdi... Ben ise "Yıkım" diyorum. Ve biliyorum ki eğer bu yıkımlar olmasaydı, bugün benim ülkem çok daha yaşanılır, çok daha imrenilir olurdu."

Hrant DİNK (1 Kasım 2004, BirGün )


16 Aralık 2011 Cuma

Hakan Gerçek ve Cemal Süreya


       Hakan Gerçek denince bizim neslimizin aklına öncelikle Ruhsar dizisiyle "kanka" kelimesini dilimize kazandıran ve kankası Mazhar'ın kardeşine aşık olmasına rağmen bunu bir türlü Mazhar'a söylemeyi beceremeyen Müfit karakteri ve onun komik halleri gelir. Televizyon ve popüler kültürün zararları; maalesef önceki seneye kadar benim için de Hakan Gerçek = Müfit'ti ve çoğumuzun yaptığı gibi popüler kültürün bize verdiğiyle yetinmiş ve çocukken Ruhsar dizisinde gülerek izlediğim, Ezel dizisinde de birkaç bölüm rol alıp hayat verdiği "Kandıralı" karakterini hayranlıkla takip ettiğim bu adamı araştırmaya gerek görmemiştim. Ta ki 2 sene önce tesadüfen de olsa "Van Gogh" oyunundan haberdar olana kadar. Kenter Tiyatrosu'ndan ayrıldıktan sonra 2008 yılında "Tiyatro Gerçek"i kuran sanatçı,  bu tiyatronun çatısı altında 3 sezon sahnelediği tek kişilik oyunu "Van Gogh" ile tüm tiyatroseverlerin saygısını kazanmıştı. Bu sezon ise geçen sezondan devam eden "Annem Yokken Çok Güleriz" oyununun yanı sıra, çok değerli bir eseri daha sahneye koydu: "Üstü Kalsın".

        Aslında "Üstü Kalsın"a tiyatro oyunu demek ne kadar doğru bilmiyorum. Cemal Süreya'nın doğumunun 80. yılı şerefine, Cemal Süreya şiirlerinden oluşan bir performans. Hakan Gerçek gibi başarılı bir tiyatrocu ile en sevdiğim şair birarada olunca da böyle bir eseri kaçırmamak benim için farz haline geliyor. Sezon sonuna kadar devam eden ve gösteri saatlerine tiyatrogerçek web sitesinden ulaşabileceğiniz bu eseri tüm tiyatro ve şiir sevenlerin de kaçırmamasını tavsiye ederim. Şimdiden iyi seyirler.



30 Kasım 2011 Çarşamba

Buz Adam'ın Dönüşü



Beni Formula 1 izlemeye başlattıran, pistlerin asi Finlandiyalısı Kimi Raikkönen bize çok uzun gelen bir ayrılıktan sonra ait olduğu yere, F1 pistlerine geri dönüyor. Bu güzel ve sevindirici haberle bir süredir monotonlaştığını düşündüğüm için izlemeyi bıraktığım F1'i tekrar takip etmeye başlamanın zamanıdır. Lotus gibi rakiplerine oranla güçsüz ama gelecek vaat eden bir takımda ne kadar başarılı olur bilinmez, ama şampiyonaya büyük bir renk ve heyecan katacağı şüphesiz.

Aramıza tekrar hoş geldin Buz Adam! Keşke seni İstanbulPark'ta da tekrar izleyebilseydik..

15 Kasım 2011 Salı

Fotoğraftaki Devlet(!)i Bulunuz.



Fotoğraf: Ubeydullah Hakan, ANF
     Kasım 2011, Van



*Yıldırım Türker'in fotoğrafla ilgili yazısı için tıklayın.

13 Kasım 2011 Pazar

Alakalı Çağrışım


"All You Need is Love"
                                         John LENNON


"Bir İnsanı Sevmekle Başlar Her Şey"

                                          Sait Faik ABASIYANIK

10 Kasım 2011 Perşembe

Mahalli Amok: Üretilmiş Gerçeklikler

Mahalli Amok: Üretilmiş Gerçeklikler: Dün öğleni ve akşamı anlatmak istiyordum, ama kesinlikle gucum kalmadı, canım artık istemiyo, @kurupilav bunu görürsen altına dün geceyi özet geç...

"Nefret duygusu yine ağır bastı."

29 Ekim 2011 Cumartesi

"Çog guzeeelll" bir adam: Claudio André TAFFAREL



"İyi bir futbolcu muyum? Bilmiyorum, çok da önemsemiyorum... Ama iyi bir insan olarak hatırlanmayı tercih ederim."




17 Mayıs 2000 ve UEFA Kupası ile ilgili olarak:

"Hayatımın en güzel gecesiydi. Bu dünyaya sağlıklı bir şekilde gelmiş, tek aşkımla evlenmiş, iki çocuk babası olmuştum - bir de Galatasaray ile UEFA Şampiyonu."



23 Ekim 2011 Pazar

İtirazın İki Şartı

En çok ihtiyacımız olduğu zamanda kaybettiğimiz tüm insani hisler için...


İTİRAZIN İKİ ŞARTI

Çok olmadığımız kesin
Çok olan tarafta değiliz
Çok olan tarafta olmayacağız 
Türkiye'de Kürt olacağız 
Kürtlerde Ermeni 
Ermenilerde Süryani 
Gidip Almanya'da Türk olacağız 
Hollanda'da Surinamlı 
Fransa'da Cezayirli 
İran'da Azeri 
Amerika'da zifiri zenci olacağız 
Çoğalan zencide mutlaka Kızılderili 
İsrail'de Filistinli 
Köpeğin karşısında kedi 
Kedinin karşısında kuş olacağız 
Kuşun karşısında börtü böcek 
Hakemler hep karşı takımı tutacak 
Ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı 
Çiçeklerden kamelya olacağız 
Az kolumuzun tarafında 
Solda olacağız 
Bu itirazın ilk şartı 


Solda da az olacağız 
Devrimi çoğaltırken çünkü 
Bir başka devrime hızla azalacağız 
Bu da itirazın ikinci şartı.

Nevzat Çelik

24 Eylül 2011 Cumartesi

Olmasaydı Sonumuz Böyle



"Arka cebimde iki metrelik kefenim duruyor. Her an hazır ve nazır. Ölürsem, hayatımda istediğim bir tek şey var: Asla bu ülkeyi sevmiyor demesinler, asla yani. Ben Edirne'den Ardahan'a kadar bu ülkeyi çok sevdim."
                                                                                                 
                                                                                        AHMET KAYA

Halkını bu kadar seven ve halkının da bu kadar sevdiği bir adamın sevdiklerinden uzakta, özlemle ölmesine sebep olan Ertuğrul Özkök, Fatih Altaylı ve türevleri;
Ahmet Kaya uzak bir ülkede, yabancı bir mezarlıkta yatmak zorunda kalırken siz yataklarınızda huzur içinde yatmayı ve hala gazeteciyim diyebilmeyi nasıl başarıyorsunuz?

Lütfen bize de öğretin, öğretin ki her Ahmet Kaya şarkısı dinlediğimizde en derindeki hücrelerimize kadar utanç, mahcubiyet ve -siz ve benzerlerinize karşı- nefret hissiyle dolmamayı başarabilelim.

O zaman belki - bu gece olduğu gibi- aşağıda paylaştığım şarkıyı dinlediğim zaman duygulanmam ve gözlerim dolmaz.




20 Eylül 2011 Salı

AHMED ARİF: "Dostuna Yarasını Gösterir Gibi"




"Şiirimizde bir doruktu. Her zaman başı karlı genç ve görkemli kalacak bir doruk! Estirdiği yer Anadolu kokulu, halk kokulu esip duracak."
                                                                                                  Cemal SÜREYA

Şiir dendi mi şüphesiz ki Cemal Süreya'nın bile "Türkiye'nin en iyi şairi" olarak andığı, tek kitapla edebiyatımıza silinmez bir damga vuran Ahmed Arif'i anmadan geçmek olmaz. Ahmed Arif hakkında yazılacak milyonlarca şey olduğu su götürmez ancak Ahmed Arif'i yazmak ne benim haddime düşer, ne de Ahmed Arif'i anlatmaya kalemim yeterli gelir. Maamafih böyle büyük bir kalem ustasını bugüne kadar bu blogda anmamış olmanın ayıbıyla daha fazla duramayacağımdan dolayı klavyeye sarılmam farz oldu.. Ne yazarsam beğenmeyeceğimi, ne desem bir şeylerin eksik kalacağını da bildiğimden Ahmed Arif hakkında hala tanımayanlar için kısa bir bilgi vermeyi insanlığa ve edebiyata karşı bir borç bildim.

Ahmed Arif kimdir? Ahmed Arif kendi deyimiyle "Az gelişmiş değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin, aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğu." O dönemde halk için çabalayan, savaşan çoğu insan gibi 141 ve 142. maddelerden suçlu bulunup ceza evine gönderilen, burada kendisine "Suçun nedir, neden buradasın?" diye soran bir başka mahkuma "sevdadan" cevabını veren halk aşığı bir halk ozanı. "Hasretinden Prangalar Eskittim", "Otuz Üç Kurşun", "Adiloş Bebenin Ninnisi" gibi şiirlerin, "Üşüyorum, kapama gözlerini" gibi edebiyatımızın en güzel dizelerinden birinin altına imzasını atabilen; "Tek kitapla şair mi olunur?" diyenlere "Tek kitapla peygamber olunuyor da şair neden olunmasın?" cevabını verebilen bir dil ustası. Bugün çoğu şiirsever tarafından adeta kutsal kitap muamelesi gören "tek" kitabıyla edebiyatımıza damga vuran bir üstat. Türkiye Cumhuriyeti'nin utanç kitabında en önemli ve en kara sayfalardan biri. Aynı kitabın bir başka sayfasında yer alan Nazım Hikmet'ten etkilenmiş olması su götürmemekle birlikte, kitabın en çok Anadolu kokan sayfası. Şiirlerinde öfke temasının ağır bastığı muhakkak ama nefret ve intikam duygusu kesinlikle yok. Şiiri ne ise kendi de o olan, Hacı Bektaş'ın aslanla ceylanı aynı anda kucağında tuttuğu gibi, şiirinde öfke ile nefret/incelik arasındaki dengeyi asla kaçırmayan bir namus ve onur timsali. Şiirlerinde öfke temasının ağır basma sebebini ise en güzel Adnan Binyazar açıklamış, şu cümlelerle:


"Tam şiirin büyülü yoluna koyulduğu yaşlarda bir delikanlıyı al, rutubetli mahzenlerde çürüt, kişiliğini altüst et, sonra ondan öfkesiz şiir bekle!"


"Nazım'dan sonra şiir yazılmaz." diyenlerin olduğu, herkesin Orhan Veli ve Garip akımını taklit etmek için çabaladığı bir dönemde şiirimize yeni bir soluk getirmekten bir an bile korkmayan, her konuda ve her yönüyle gerçek bir muhalif.


"Nitekim Dede Korkut, Yunus, Pir Sultan, Şeyh Galip ve Fuzuli gibi büyük ustalardan sonra da soylu şiirler yazılmıştır"


Elbette kendisinin üslubu, siyasi görüşü, hayatı hakkında söylenecek çok söz var ya da belki çoğu daha önce söylendi; fakat yazının başında belirtttiğim gibi Metin Demirtaş'ın dahi bundan 20 yıl önce 
"Ahmed Arif ve şiiri üstüne ne söyleyebilirim ki?
Öyle çok yazılar yazıldı ve öyle çok güzel sözler edildi ki... Yeni ve özgün bir şeyler söylemek güç."
dediği bir insan hakkında bir şeyler yazmak için maalesef kendimi yeterli görmüyorum ve kuvvetle muhtemel hiçbir zaman da Ahmed Arif hakkında yazıp, eleştiri yapacak seviyeye ulaşamayacağım. Ahmed Arif'in, yaşadıklarının ve ona yaşatılanların, şiirinin değerlendirmesini bırakalım edebiyat, tarih ve insanlık yapsın. Bu sebeple yazımın sonuna gelirken; toplumcu gerçekçi şiirimizin en büyük temsilcilerinden biri olan Ataol Behramoğlu'nun cenaze günü mezarı başında yaptığı konuşmada "Biraz Yunus, Biraz Pir Sultan" olarak tanımladığı Ahmed Arif'in peygamberi olduğu akımın kutsal kitabının Fatiha'sı "Hasretinden Prangalar Eskittim" şiirini sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım haddimi aşmamışımdır. Hepinize iyi okumalar.






HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM

   Seni, anlatabilmek seni.
   İyi çocuklara, kahramanlara.
   Seni anlatabilmek seni,
   Namussuza, halden bilmeze,
   Kahpe yalana.

   Ard- arda kaç zemheri,
   Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
   Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...     
   Bir ben uyumadım,
   Kaç leylim bahar,
   Hasretinden prangalar eskittim.
   Saçlarına kan gülleri takayım,
   Bir o yana
   Bir bu yana...

   Seni bağırabilsem seni,
   Dipsiz kuyulara,
   Akan yıldıza,
   Bir kibrit çöpüne varana,
   Okyanusun en ıssız dalgasına
   Düşmüş bir kibrit çöpüne.

   Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
   Yitirmiş öpücükleri,
   Payı yok, apansız inen akşamlardan,
   Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
   Seni anlatabilsem seni...
   Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
   Üşüyorum, kapama gözlerini...




22 Nisan 2011 Cuma

Büyük Kaptanlar Neslinin Son Temsilcisi


        Erkeklerin kendilerini çocuk, genç ya da yaşlı olarak tanımlamalarında aktif futbolcular ve onların yaşları önemli bir rol oynar. Örneğin sizin yaşınızdaki insanlar artık büyük takımlarda, milli takımlarında forma giymeye başlamışlarsa bu, çocukluğunuzun bitip gençlik döneminizin başladığına işarettir. Eğer o futbolcular yavaş yavaş jübilelerini yaparak yerini sizden en az 10-15 yaş küçük yeni nesile bırakıp hocalık yapmaya başlamışsa bu sizin artık en az 35-40 yaşında olgun bir birey, hatta belki sorumlulukları olan bir aile babası haline geldiğinizi gösterir. Ve eğer bir gün kendinizi 10-15 yaşındaki çocuklara 60-70 yaşlarındaki efsane teknik direktörlerin sizin gençliğinizde nasıl efsane birer futbolcu olduğunu anlatırken bulursanız, üzülerek artık yaşlandığınızı fark edersiniz.

         İşte Ryan Giggs, bu hikayede, bir çok erkeğin hayatında yeni bir sayfa açmasına neden olacak bir misyonun adamı. onun futbolu bıraktığı gün 80'lerin sonu 90'ların başında dünyaya gelen (ve içinde benim de bulunduğum) bir neslin çocukluğu resmen sona erecek, bir başka nesil aynı gece bir yandan Ryan Giggs'in jübilesini izleyip bir yandan küçük çocuğunun altını değiştirirken o ateşli gençlik günlerinin bittiğini üzülerek fark edecek. Bir başka nesil ise kendileri olgunluk çağlarını yaşarken genç yetenek olarak çıkan bu adamın kendilerinden en az 40 yaş küçük delikanlıların sırtında futbolu bırakmasını buğulu gözlüklerinin altından izleyecek. Ve o geceden itibaren bir çok erkek hayata farklı bir gözle bakmaya başlayacak.


         Sokakta futbol oynayarak büyüyen son neslin, sokaklarda isimlerini yankıladığı kahraman futbolcuların son temsilcisi Ryan Giggs. Ve o futbolu bıraktığı gün, erkek nesli için hayat ve futbol bambaşka bir pencerede yaşanıyor ve izleniyor hale gelecek.

27 Mart 2011 Pazar

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü - 2011




        Bugün sahnede veya sahne arkasında çalışan tüm tiyatro emekçilerinin, bu sanata gönül veren tüm tiyatro izleyicilerinin en büyük bayramı. 27 Mart Dünya Tiyatrolar günü. Bugünün hatrına, bayram hediyesi olarak birçok tiyatro perdelerini tiyatroseverlere ücretsiz açıyor. Pazara denk gelen bu güzel bahar gününde bu kutsal sanatın emekçilerini bir kere daha ayakta alkışlamak için kaçırılmaması gereken bir fırsat, hatta yerine getirilmesi gereken bir görev. Bu vesileyle ben de tüm tiyatro emekçilerinin ve tiyatroseverlerin Tiyatrolar Günü'nü kutlarken, her sene olduğu gibi bu sene de ULUSLARARASI TİYATRO ENSTİTÜSÜ tarafından yayınlanan, ve bu sene Jessica A. Kaahwa'nın kaleme aldığı "Dünya Tiyatrolar Günü Uluslararası Bildirisi" ile bu yıl Ali Poyrazoğlu'nun yazdığı "Dünya Tiyatrolar Günü Ulusal Bildirisi"ni sizlerle paylaşıyorum. Hepinize iyi okumalar ve bol tiyatrolu hayatlar...



DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ULUSLARARASI BİLDİRİSİ

İNSANLIĞIN HİZMETİNDEKİ TİYATRO İÇİN



        Tiyatronun toplumları harekete geçirme ve farklılıklar arasında bağ kurma konusunda büyük bir güce sahip olduğu düşüncesi, bugün bizi bir araya getirmektedir.

        Barış ve uzlaşma için tiyatronun güçlü bir araç olabileceğini hiç düşündünüz mü? Devletler dünyada şiddetli çatışmaların yaşandığı yerlerde barışı koruma adına çok büyük miktarlarda paralar harcarken, çatışmaları durdurmak ve kontrol etmek için birebir alternatif olan tiyatroya çok az ilgi gösteriliyor. Kullanılan araçlar dışarıdan ve görünüşe bakılırsa baskıcı güçlerden geldiğine göre toprak ananın çocukları barışı nasıl sağlayabilir?

        Tiyatro bireyin var olan imajını değiştirir, bireye ve dolayısıyla topluma seçenekler dünyasının kapısını açar. Böylece korku ve şüphenin kapladığı insan ruhunun sinsice içine işler. Belirsiz bir yaşamı engellediği gibi gündelik gerçekliklere de anlam kazandırır. İnsanların konumlarına dair politikalarını oldukça basit ve kolay anlaşılan biçimlerde ele alır. Çünkü tiyatro birleştiricidir, geçmişte yapılan hataların üstesinden gelebilecek deneyimleri sergiler.

        Ayrıca tiyatronun beraberce benimsediğimiz ve ihlal edildiği takdirde uğruna savaşmaya hazır olduğumuz fikirleri savnummanın ve geliştirmenin yolu olduğu kanıtlanmıştır.

        Barış içinde bir gelecek özlemi için barışçıl yöntemler kullanmaya başlamalıyız. Barış için çabalayan her insanın girşimlerini anlamalı, onlara saygı duymalı ve onları fark etmeliyiz. Tiyatro barış ve uzlaşma mesajlarımızı geliştirebileceğimiz evrensel bir dildir.

        Katılımcılara süreçte aktif bir biçimde yer vererek daha önceki algılarını yok etmek için onları bir araya getirir ve böylelikle; bireye bilgi ve gerçeği yeniden keşfetmeye dayanan seçimler yapabilmesi için yeniden doğuş fırsatı verir. Tiyatronun diğer sanat dalları arasında bir adım daha öne çıkabilmesi için çatışma ve barış gibi önemli konuları ele almalı, gündelik yaşama bağ kurarak ileriye doğru adaımlar atmalıyız.

        Toplumsal değişimlerin ve sosyal dönüşümlerin izindeki tiyatro savaşın yakıp yıktığı bölgelerde, kronik yoksulluklardan ve hastalıklardan acı çeken halkların arasında hala varlığını sürdürmektedir. Tiyatronun halkları harekete geçirebildiği, farkındalığı artttırdığı ve savaş sonrasındaki süreçte yaşanan travmaları gidermeye yardımcı olabildiği başarı hikayelerinin sayısı gitgide artmaktadır. İnsanlar arasındaki barışı ve arkadaşlığı pekiştirmeyi amaçlayan Uluslararası Tiyatro Birliği gibi kültürel platformlar çoktan yerini aldı.

        Bu yüzden tiyatronun gücünün farkında olduğumuz halde zamanı geldiğinde sessiz kalmamız, silah tutanların ve bomba atanların dünya barışının koruyuculuğuna soyunmalarına göz yummamız gülünç olacaktır. Yabancılaşmanın araçlarının barış ve uzlaşmanın araçları olması nasıl mümkün olabilirki?

        Sizi Dünya Tiyatro Günü’nde bu umudu yeşertmeye, tiyatroyu iletişim, toplumsal dönüşüm ve reform için evrensel bir araç olarak öne çıkarmaya davet ediyorum. Birleşmiş Milletler dünyanın dört bir tarafında barışı koruma misyonu altında güç kullanarak çok büyük miktarlar harcarken; tiyatro daha samimi, daha insani, daha az masraflı ve çok daha güçlü bir seçenek olarak karşımıza çıkıyor.

        Tiyatro barışı sağlama adına tek çözüm olmayabilir, ama yine de barışı koruma görevimiz için şüphesiz etkili bir aracımız olarak katkı sağlayacaktır.


                                                                                                          Jessica A. Kaahwa

Öz geçmiş: Dr. Jessica Kaahwa şu an Uganda’daki Makerere Üniversitesi’nde kitle iletişimi ve drama bölümlerinde öğretim görevliliğini sürdürmektedir. Yayıncılık alanında doktorası, drama ve iletişim alanlarında ise yüksek lisansı vardır. Radyo, televizyon, halk tiyatrosu ve kitle iletişimi gibi alanlarda oldukça deneyimli bir akademisyendir. İnsan Hakları konusunda geniş çalışmaları vardır. İletişim ve yayıncılık konusunda danışmanlık yapmıştır. Uganda’nın Masindi bölgesinde yürütülen HIV/AIDS’e karşı bilinçlendirme kampanyalarında ve Uganda İnsan Hakları Komisyonu’nda katılımcı iletişim birimi geliştirmek için danışmanlık yaptı. ‘Uganda’da Tiyatro ve İnsan Hakları’ ve ‘Hoima’nın Kalkınmasında Gençlik Tiyatrosunun Katkıları’ konularında araştırmaları bulunmaktadır. 2001 yılında ABD’deki Maryland Üniversitesi’nden Tiyatro Tarihi, Teorisi ve Eleştirisi alanında doktorasını aldı. Tiyatro, radyo ve televizyon için on beşin üzerinde yazdığı oyun vardır. Uganda’daki çifliğinde boş zamanlarının çoğunu onlarla geçirdiği, onlara güvenli ve rahat bir ortam kazandırdığı yetim çocuklar için bir yurt kurmuştur. Jessica Kaahwa İngilizce, Fransızca ve Swahili dillerinin yanısıra Uganda’da ve çevresinde konuşulan birçok Bantu dillerini bilmektedir.


Çeviri: Oğuzhan Dalgıç


27 MART 2011 DÜNYA TİYATRO GÜNÜ ULUSAL BİLDİRİSİ




        Bence tiyatro, küçükken annelerimizin -ya da şanslıysak, onlarla yaşayabilmişsek, büyükannelerimizin- ellerimize taktığı yün çilelerine benzer.

        Hani “Tak bakayım şunu, sana bir kazak öreyim” derler. Uzatırsın iki elini. Geçiriverirler yün çilesini. Alırlar yünün ucunu, başlarlar sarmaya, top yapmaya. Siz açarsınız onlar sarar, siz açarsınız onlar sarar. Rengârenk yün çileleri top olur, örmeye hazır hale gelir. Kazak olur, kaşkol olur, eldiven olur, yaşamı ısıtır. Tiyatro dediğiniz de böyle bir şeydir işte. Sizi sarar sarmalar, yaşamınızı ısıtır.

        Biz oyuncular her akşam geliriz sahnenin üstüne, ellerimize insanla ilgili bin bir düğümü olan rengârenk yün çilelerini takarız, başlarız açmaya. Yünün bir ucunu da sizlere, sahneden aşağıya seyircilere atarız. Onlar da başlarlar sarmaya, top yapmaya. Biz açarız onlar sarar, biz açarız sizler sararsınız sayın izleyiciler, saygıdeğer seyirciler.

        Biz açarız çileyi, siz sararsınız. Biz asılırsak da yün kopar, seyirci çok çekerse de. İki taraf da büyük bir dikkatle işini yapar. Oyunun sonunda bizim elimizdeki yün çileleri biter. Yünün ucu sahneden salona kayar...

        Ve sevgili seyirciler, çıkar gidersiniz tiyatrodan yüzünüzde çiçek açmış gülücüklerle, zihninizde bin bir renkli yün topçuklarıyla. Sorarsınız: “Ne kaldı bende oyundan geriye? Ne kaldı bende?” Oysa bilmezsiniz ki, ya da çok iyi bilirsiniz ki, zihin alır, biriktirir, sıralar, dosyalar, yerleştirir. Üstüne düşünmeye, fikir üretmeye, yorum yapmaya başlar.

        İşte tiyatroda da aynı şey olur. Çıkarsınız oyundan zihninizde rengârenk yün topçuklarıyla. Başlarsınız kafanızın içinde çevirmeye. Kah gülüp, kah hüzünlenip, kah coşup oyunu yeniden yaratmaya koyulur zihin... Her seyirci oyunu yeniden yazar zihninde. Tiyatro sanatını vazgeçilmez kılan şey, izleyicilerini birer yaratıcı çizgisine yükselten bu büyüde gizli. Bir gün bir bakarsınız ki, yünün ucunu yakalayıp atmışsınız birine, başlamışsınız anlatmaya; kendi yorumunuzu eklemeye yüne. Karşınızdaki de kapmış yünü, açıp iki elini başlamış yeniden çile yapmaya.

        Siz açarsınız o sarar, siz açarsınız onlar sarar.

        Tiyatro dediğiniz elden ele, yürekten yüreğe dolaşan yün çilecikleridir. Bir de bakmışsınız tiyatro elden ele.

        Bu işin yüzde ellisi sizsiniz, siz seyirciler; yüzde ellisi de biziz, oyuncular. Tiyatronun iki temel öğesi: Oyuncuyla izleyici karşı karşıya gelmeden tiyatro dediğimiz mucize gerçekleşmiyor. İzleyicilerle oyuncular karşı karşıya gelmeden, insan kadar eski, insan üstüne düşünme, insana bakma, eğlenirken insanı ve dünyayı yorumlama, yeniden yaratma eylemi gerçekleşmiyor.

        Yani efendim uzun sözün telgrafı, bizler meslektaşız. İyi bir tiyatro seyircisi de tiyatrocudur. Benim meslektaşımdır. Giden, okuyan, izleyen, parasını ayıran, izledikleri üstüne fikir üreten, çağdaş, uygar yaşama gönül vermiş insanlar benim meslektaşlarımdır. İzlediklerini başkalarıyla paylaşan, onların da tiyatroya gitmesini sağlayan sevgili tiyatroseverler, benim meslektaşlarım. Onlarla birlikte gerçekleştiriyoruz tiyatro denen mucizeyi.

        Yıllardır hep sizler bizleri alkışladınız, şimdi de biz sizleri alkışlıyoruz sevgili meslektaşlarımız.

        Yaşam boyu birlikte eğlenip, insana ayna tutup, o aynada kendini arama sevincimizin, şenliğinin devam etmesi dileklerimle...

                                                                                                            Ali Poyrazoğlu

Oyunculuk Yaşamı: Ali Poyrazoğlu oyunculuk kariyerine İstanbul Şehir Tiyatroları'nda başladı. Pek çok tiyatro oyununda oynadı. Oynadığı tiyatrolar arasında Dormen Tiyatrosu, Kent Oyuncuları, Ulvi Uraz Tiyatrosu, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu vardır. 1972 yılında Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'nu kurdu. New York Broadway'de sahnelen Pera Palas adlı oyunda İngilizce başrol oynadı.




29 Ocak 2011 Cumartesi

Haftanın Şiiri: İstiklal

Bu zırhları, bu orduları tanırım,
Benim de sularıma girdiler,
Benim de toprağıma asker çıkardılar geceleyin.
Kanıma susamıştılar.
Çalmak istiyorlardı gözlerimin nurunu,
Hünerini ellerimin.
Döktük denize onları
1922'ydi yıllardan...

Mısırlı kardeşim;
Şarkılarımız kardeştir,
İsimlerimiz kardeş,
Yoksulluğumuz kardeştir,
Yorgunluğumuz kardeş.

Şehirlerimde güzel, ulu, canlı ne varsa:
İnsan, cadde, çınar,
Savaşında senin yanındalar.
Köylerimde Kelam-ı Kadim okunuyor
Senin dilinle,
Senin zaferin için...

Mısırlı kardeşim,
Biliyorum, biliyorum,
İstiklal otobüs değil ki
Birini kaçırdın mı, öbürüne binesin...
İstiklal sevgilimiz gibidir
Aldattın mı bir kere
Zor döner bir daha.

Mısırlı kardeşim,
Kanalın sularına karıştı kanın.
İnsanın yurdu bir kat daha kendinin olur
Toprağına, suyuna karıştıkça kanı.
Yaşanmış sayılmaz zaten
Yurdu için ölmesini bilmeyen millet...

NAZIM HİKMET RAN (1956)

20 Ocak 2011 Perşembe

Güvercinlerin Kanı

Düşünceleri uğruna katledilen herkes için..


  "Türkiyeliyim... Ermeniyim...İliklerime kadar da Anadoluluyum. Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip, geleceğimi "Batı" denilen o "Hazır özgürlükler cennetinde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere, sülük misali yamanmayı düşünmedim.
   Kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu. Ülkem Sivas için ağlarken, ağladım. Halkım çeteleriyle boğuşurken, boğuştum. Kendi kaderimi ülkemin özgürlüğünü yaratma süreciyle eşledim. Şu anda yaşayabildiğim ya da yaşayamadığım haklara da bedavadan konmadım, bedelini ödedim, hâlâ da ödüyorum."
(1 Kasım 2004 - BirGün Gazetesi) 
*** 
    "Karşılıklı ruhsal kopuşların arttığı, değişik saflaşmaların ve cephe yaratma çabalarının çoğaldığı bir süreçte, tüm bu ayrışmalarda ve saflaşmalarda taraf olmayı reddeden bir duruş sergilenmesi, o ya da bu tarafın safında yer almaktansa üçüncü yolun önerilip "Bir arada yaşamanın savunulması" gerçek anlamda demokratik duruşun ta kendisi.

     Tek yolumuz "Bir arada yaşamayı savunmak" olmalı. Bu yol hem aklın hem de vicdanın gereği.

...

      "Onlar denedi ama başaramadılar o halde biz de başaramayız" yenilgisine düşmemenin bir tek yolu var... Denemek, denemek, sürekli denemek. Unutmamalıyız ki birlikte yaşam denilen o cennetsi ütopya bugün henüz dünyanın hiçbir yerinde gerçekleşmiş değil."

(16 Haziran 2006 - Agos Gazetesi)
 

***


     "Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak.
Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kim bilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?
Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.
Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce."

(19 Ocak 2007 - Agos Gazetesi)
 
***
    Hrant Dink'in bu yazısının yayınlandığı ve öğleden sonrasında öldürüldüğü günün üzerinden tam 4 yıl geçti. Bizler, ülkesinin semalarında özgürce uçmaya çalışan güvercinleri koruyamayan bizler ise, bu 4 yılda her 19 Ocak'ta Hrant'ı hatırlamak dışında hiçbir şey yapamadık. Başta Hrant Dink olmak üzere bir çok maktul güvercinimizin katilleri hala ellerini kollarını sallayarak geziyorlar. Gerçek katiller rahatça dolaşırken göz boyamak için yakalanıp içeri konan bir kaç cani ise her duruşmada bizle gözlerimizin içine baka baka dalga geçiyor. Gazeteden çıkmış evine giden Abdi İpekçi'nin kanının yerdeki izi hala vicdanları kanatırken katili cezaevi çıkışında halk kahramanı gibi karşılanıyor, devletin televizyonu bu büyük(!) kahramanı ekranlara çıkarmakta hiçbir beis görmüyor. Uğur Mumcu'nun kanı hala her 24 Ocak'ta Ankara'nın karını kırmızıya boyarken, gerçek katillerin hala belli olmaması, diğer taraftan şüpheli olarak gösterilen bir grubun ise "zaman aşımı" denen saçmalıkla serbest kalıp müritlerinin sırtında cezaevini terk etmesi ise Ankara'nın soğuğundan da çok yakıyor vicdanları. 
    "Bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz." demişti Hrant Dink son yazısında. Bizse yaşayan güvercinleri koruyabilmeyi bırakın, öldürülen güvercinlerin bile katillerini bulamayacak kadar aciz bir haldeyiz.


Affet bizi Hrant Kardeş!
Affet bizi Uğur Abi!
Affedin bizi Abdi Bey!
Hepiniz n'olur Affedin!
Biz geride kalanlar hala aynı yerdeyiz!

2 Ocak 2011 Pazar

Hayata Dair Detaylar (2)

Grigori Rasputin 29 Aralık 1916 tarihinde St. Petersburg'ta öl(dürül)dü.

Bobby Farrell'in tek erkek üyesi olduğu Boney M grubu 1978 yılında çıkardığı "Rasputin" şarkısı ile Grigori Rasputin ve efsanesinin - ve tabi ki aynı zamanda kendilerinin - bütün dünyada tanınmasını sağladı.

Bobby Farrell, Rasputin'in ölüm yıldönümünden 1 gün sonra, 30 Aralık 2010'da, konser için gittiği St.Petersburg'ta hayatını kaybetti.

Biri ilginç dansları ve müziğiyle 1970'lere damga vuran bir sanatçı, diğeri ise hem kadınların hem erkeklerin bilinçaltını ve fantazilerini etkileyen BÜYÜK :) bir efsane. İkisini de büyük bir saygıyla anıyor, bunun hatırına Rasputin'i bir kere daha dinlemek isteyenleri şarkının aşağıdaki konser kaydı videosuna davet ediyorum: