24 Eylül 2011 Cumartesi

Olmasaydı Sonumuz Böyle



"Arka cebimde iki metrelik kefenim duruyor. Her an hazır ve nazır. Ölürsem, hayatımda istediğim bir tek şey var: Asla bu ülkeyi sevmiyor demesinler, asla yani. Ben Edirne'den Ardahan'a kadar bu ülkeyi çok sevdim."
                                                                                                 
                                                                                        AHMET KAYA

Halkını bu kadar seven ve halkının da bu kadar sevdiği bir adamın sevdiklerinden uzakta, özlemle ölmesine sebep olan Ertuğrul Özkök, Fatih Altaylı ve türevleri;
Ahmet Kaya uzak bir ülkede, yabancı bir mezarlıkta yatmak zorunda kalırken siz yataklarınızda huzur içinde yatmayı ve hala gazeteciyim diyebilmeyi nasıl başarıyorsunuz?

Lütfen bize de öğretin, öğretin ki her Ahmet Kaya şarkısı dinlediğimizde en derindeki hücrelerimize kadar utanç, mahcubiyet ve -siz ve benzerlerinize karşı- nefret hissiyle dolmamayı başarabilelim.

O zaman belki - bu gece olduğu gibi- aşağıda paylaştığım şarkıyı dinlediğim zaman duygulanmam ve gözlerim dolmaz.




20 Eylül 2011 Salı

AHMED ARİF: "Dostuna Yarasını Gösterir Gibi"




"Şiirimizde bir doruktu. Her zaman başı karlı genç ve görkemli kalacak bir doruk! Estirdiği yer Anadolu kokulu, halk kokulu esip duracak."
                                                                                                  Cemal SÜREYA

Şiir dendi mi şüphesiz ki Cemal Süreya'nın bile "Türkiye'nin en iyi şairi" olarak andığı, tek kitapla edebiyatımıza silinmez bir damga vuran Ahmed Arif'i anmadan geçmek olmaz. Ahmed Arif hakkında yazılacak milyonlarca şey olduğu su götürmez ancak Ahmed Arif'i yazmak ne benim haddime düşer, ne de Ahmed Arif'i anlatmaya kalemim yeterli gelir. Maamafih böyle büyük bir kalem ustasını bugüne kadar bu blogda anmamış olmanın ayıbıyla daha fazla duramayacağımdan dolayı klavyeye sarılmam farz oldu.. Ne yazarsam beğenmeyeceğimi, ne desem bir şeylerin eksik kalacağını da bildiğimden Ahmed Arif hakkında hala tanımayanlar için kısa bir bilgi vermeyi insanlığa ve edebiyata karşı bir borç bildim.

Ahmed Arif kimdir? Ahmed Arif kendi deyimiyle "Az gelişmiş değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin, aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğu." O dönemde halk için çabalayan, savaşan çoğu insan gibi 141 ve 142. maddelerden suçlu bulunup ceza evine gönderilen, burada kendisine "Suçun nedir, neden buradasın?" diye soran bir başka mahkuma "sevdadan" cevabını veren halk aşığı bir halk ozanı. "Hasretinden Prangalar Eskittim", "Otuz Üç Kurşun", "Adiloş Bebenin Ninnisi" gibi şiirlerin, "Üşüyorum, kapama gözlerini" gibi edebiyatımızın en güzel dizelerinden birinin altına imzasını atabilen; "Tek kitapla şair mi olunur?" diyenlere "Tek kitapla peygamber olunuyor da şair neden olunmasın?" cevabını verebilen bir dil ustası. Bugün çoğu şiirsever tarafından adeta kutsal kitap muamelesi gören "tek" kitabıyla edebiyatımıza damga vuran bir üstat. Türkiye Cumhuriyeti'nin utanç kitabında en önemli ve en kara sayfalardan biri. Aynı kitabın bir başka sayfasında yer alan Nazım Hikmet'ten etkilenmiş olması su götürmemekle birlikte, kitabın en çok Anadolu kokan sayfası. Şiirlerinde öfke temasının ağır bastığı muhakkak ama nefret ve intikam duygusu kesinlikle yok. Şiiri ne ise kendi de o olan, Hacı Bektaş'ın aslanla ceylanı aynı anda kucağında tuttuğu gibi, şiirinde öfke ile nefret/incelik arasındaki dengeyi asla kaçırmayan bir namus ve onur timsali. Şiirlerinde öfke temasının ağır basma sebebini ise en güzel Adnan Binyazar açıklamış, şu cümlelerle:


"Tam şiirin büyülü yoluna koyulduğu yaşlarda bir delikanlıyı al, rutubetli mahzenlerde çürüt, kişiliğini altüst et, sonra ondan öfkesiz şiir bekle!"


"Nazım'dan sonra şiir yazılmaz." diyenlerin olduğu, herkesin Orhan Veli ve Garip akımını taklit etmek için çabaladığı bir dönemde şiirimize yeni bir soluk getirmekten bir an bile korkmayan, her konuda ve her yönüyle gerçek bir muhalif.


"Nitekim Dede Korkut, Yunus, Pir Sultan, Şeyh Galip ve Fuzuli gibi büyük ustalardan sonra da soylu şiirler yazılmıştır"


Elbette kendisinin üslubu, siyasi görüşü, hayatı hakkında söylenecek çok söz var ya da belki çoğu daha önce söylendi; fakat yazının başında belirtttiğim gibi Metin Demirtaş'ın dahi bundan 20 yıl önce 
"Ahmed Arif ve şiiri üstüne ne söyleyebilirim ki?
Öyle çok yazılar yazıldı ve öyle çok güzel sözler edildi ki... Yeni ve özgün bir şeyler söylemek güç."
dediği bir insan hakkında bir şeyler yazmak için maalesef kendimi yeterli görmüyorum ve kuvvetle muhtemel hiçbir zaman da Ahmed Arif hakkında yazıp, eleştiri yapacak seviyeye ulaşamayacağım. Ahmed Arif'in, yaşadıklarının ve ona yaşatılanların, şiirinin değerlendirmesini bırakalım edebiyat, tarih ve insanlık yapsın. Bu sebeple yazımın sonuna gelirken; toplumcu gerçekçi şiirimizin en büyük temsilcilerinden biri olan Ataol Behramoğlu'nun cenaze günü mezarı başında yaptığı konuşmada "Biraz Yunus, Biraz Pir Sultan" olarak tanımladığı Ahmed Arif'in peygamberi olduğu akımın kutsal kitabının Fatiha'sı "Hasretinden Prangalar Eskittim" şiirini sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım haddimi aşmamışımdır. Hepinize iyi okumalar.






HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM

   Seni, anlatabilmek seni.
   İyi çocuklara, kahramanlara.
   Seni anlatabilmek seni,
   Namussuza, halden bilmeze,
   Kahpe yalana.

   Ard- arda kaç zemheri,
   Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
   Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...     
   Bir ben uyumadım,
   Kaç leylim bahar,
   Hasretinden prangalar eskittim.
   Saçlarına kan gülleri takayım,
   Bir o yana
   Bir bu yana...

   Seni bağırabilsem seni,
   Dipsiz kuyulara,
   Akan yıldıza,
   Bir kibrit çöpüne varana,
   Okyanusun en ıssız dalgasına
   Düşmüş bir kibrit çöpüne.

   Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
   Yitirmiş öpücükleri,
   Payı yok, apansız inen akşamlardan,
   Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
   Seni anlatabilsem seni...
   Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
   Üşüyorum, kapama gözlerini...