24 Mayıs 2016 Salı

Şah ve Padişah

"şirler pençe-i kahrımda olurken lerzân.
beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek."

        Şiirin tam kimin tarafından yazıldığı kesin değil ama Selimî mahlasıyla yazan Yavuz Sultan Selim’e ait olduğuna dair rivayetler daha fazla. Kaldı ki sözlerine bakınca da insan bu dizeleri yazmak ancak oldukça kudret sahibi ve acımasızlığıyla bilinen birine yakışırdı diye düşünüyor. Pençe-i kahrında lerzan olan şirlerle (pençesinin korkusundan titreyen aslanlarla) övünen bir adamın “Şirpençe” adlı bir hastalıktan muzdarip olarak hayatını kaybetmesi ise olsa olsa Tanrı’nın kelime oyunlu bir ince esprisi olsa gerek. Buna da Cemal Süreya “Yazgıcı Şiir”inde şu dizelerle değinmiş:


“Nasıl anımsamazsın Yavuz Sultan Selim'i,
Yabanıl bir beğeni arardı zulumlarda;
Övünürdü şirlerle, pençe-i kahrındaki.
- Ama sonunda parça parça
Şir-pençeden gittiydi.”


        Selimî’nin Mercidabık zaferi dönüşü kaldığı bir evde âşık olduğu Türkmen kızının ölümünün ardından yazdığı rivayet olunan bu şiirini yaklaşık 450-500 yıl sonra besteleyen ise Cem Karaca olmuş. İnsanın tüylerini ürperten bir beste ortaya çıkaran ve dinlerken hem şairin gücünü hem de aşk karşısındaki güçsüzlüğünü notalarla gayet iyi göstermeyi başaran Cem Karaca’nın da aynı zamanda en az Tanrı kadar iyi bir ironi anlayışına sahip olduğunu görüyoruz. Zira şarkının hızlandığı kısımlarda okuduğu bir şiir var ki, o şiir de aynı dönemlerde Hatayî mahlasıyla yazan bir halk şairi ve aynı zamanda devlet adamına ait. Evet, bu devlet adamı da Selim’in hayattaki en büyük düşmanı Şah İsmail’den başkası değil. Yaşarlarken bir araya gelmeleri bile düşünülemeyecek bu iki hükümdar 500 yıl sonra aynı beste ile bir araya gelirken anlattıkları şey ise üzerinden 500 yıl geçse bile değişmeyen bir gerçeklik olmuş: İnsanın aşk karşısındaki güçsüzlüğü. İki şiirde bahsedilen aşkın farklı türleri bile olsa aşk ve onun gücü hep aynı değil mi herkes için? O halde buyurun şarkıyı bir de hikayesini okuduktan sonra dinleyin:



        Şarkının aynı zamanda siyasi bir yönü de var tabi. Cem Karaca bu şarkıyı yaparken Şah İsmail’in Türkçe şiirler yazarken İranlı diye anılmasındaki, Selim’in ise Türk diye anılırken yazdığı şiirlerin Farsça olmasındaki ironiyi göstermek istediğini söylüyor. Gelgelelim bu mesajı alabilmek de ancak okullarda anlatılan resmi tarihin ötesine geçebilmekle ve meselenin arkasındaki dini ve etnik temelleri öğrenmekle mümkün. Zaten hayatta çoğu iyi şeyi kavramak ancak okulda anlatılanların dışına çıkabilmekle olabiliyor. Bu güzel eser de sadece bunu tekrar yüzümüze vuran ve bize yol gösteren ufak bir örnek. Aşkın gücünden ve insanı güçsüz bırakışından sonra verdiği ikinci ders de bu diyebiliriz bu durumda.

1 yorum:

alperen dedi ki...

her şeyi cemal süreya'ya bağlayabilme yeteneğin çok hoşuma gidiyor.

Yorum Gönder