"şirler pençe-i kahrımda
olurken lerzân.
beni bir gözleri âhûya
zebûn etti felek."
Şiirin tam kimin tarafından yazıldığı kesin değil ama Selimî
mahlasıyla yazan Yavuz Sultan Selim’e ait olduğuna dair rivayetler daha fazla.
Kaldı ki sözlerine bakınca da insan bu dizeleri yazmak ancak oldukça kudret
sahibi ve acımasızlığıyla bilinen birine yakışırdı diye düşünüyor. Pençe-i
kahrında lerzan olan şirlerle (pençesinin korkusundan titreyen aslanlarla)
övünen bir adamın “Şirpençe” adlı bir hastalıktan muzdarip olarak hayatını
kaybetmesi ise olsa olsa Tanrı’nın kelime oyunlu bir ince esprisi olsa gerek.
Buna da Cemal Süreya “Yazgıcı Şiir”inde şu dizelerle değinmiş:
“Nasıl anımsamazsın Yavuz Sultan Selim'i,
Yabanıl bir beğeni arardı zulumlarda;
Övünürdü şirlerle, pençe-i kahrındaki.
- Ama sonunda parça parça
Şir-pençeden gittiydi.”
Şarkının aynı zamanda siyasi bir yönü de var tabi. Cem
Karaca bu şarkıyı yaparken Şah İsmail’in Türkçe şiirler yazarken İranlı diye
anılmasındaki, Selim’in ise Türk diye anılırken yazdığı şiirlerin Farsça
olmasındaki ironiyi göstermek istediğini söylüyor. Gelgelelim bu mesajı
alabilmek de ancak okullarda anlatılan resmi tarihin ötesine geçebilmekle ve meselenin
arkasındaki dini ve etnik temelleri öğrenmekle mümkün. Zaten hayatta çoğu iyi
şeyi kavramak ancak okulda anlatılanların dışına çıkabilmekle olabiliyor. Bu
güzel eser de sadece bunu tekrar yüzümüze vuran ve bize yol gösteren ufak bir
örnek. Aşkın gücünden ve insanı güçsüz bırakışından sonra verdiği ikinci ders
de bu diyebiliriz bu durumda.
1 yorum:
her şeyi cemal süreya'ya bağlayabilme yeteneğin çok hoşuma gidiyor.
Yorum Gönder